Pages

Monday, December 23, 2013

Der Spiegel: Erdoğan petrol özelleştirmelerinden pay alıyor





Wikileaks belgelerini en önce ele geçiren Der Spiegel, şok Türkiye raporlarını birer birer açıklıyor. Ayrıntılarıyla sunuyoruz…

05 Aralık 2013 Perşembe

WİKİLEAKS’ın sızdırdığı ve dün akşamdan itibaren basında parça parça yer alan belgeler, Türkiye’de AKP hükümetini hayli zora sokacağa benziyor.

Belgeler, şimdiye kadar bir çok kişi tarafından dile getirilen iddiaların yazılı şekli olsa da, hiç bilinmeyen bir çok skandalın ABD’li diplomatlarca nasıl izlendiğini ve aslında bilindiğini de gösteriyor.

Dünyanın başka bir yerinde olsa, bu iddialar karşısında bir hükümet iki dakika yerinde kalmaz ama bizde kalacaktır. Bundan eminiz.

Çünkü, iktidardaki zihniyet ABD’lilerin tarif ettiği şekliyle şudur: "Yolsuzluk yapan bir hükümet ve ona göz yuman bir islamist…“

8 BİN BELGEYİ İNCELEDİLER

Wikileaks belgeleri, dün bir kaç basın organına önceden ulaştı. Bunlardan biri de Alman Der Spiegel Dergisi oldu.

Der Spiegel’in, Türk basınından önce Türkiye ile ilgili yaklaşık 8 bin ABD belgesini inceleme olanağı bulduğu kesin.

Bugün piyasaya çıkan Der Spiegel, Maximillian Popp imzası ile Türkiye hakkındaki belgelerle ilgili iki sayfalık bir haber yaptı. Bu haberden aktarmak istiyoruz.

Der Spiegel’in haberinin spotu, "NATO partneri olan Türkiye, ABD için özellikle korkutucu. Bir Büyükelçilik Sözcüsü Erdoğan’ı, rüşvetçi hükümete göz yuman islamist olarak tanımlıyor“ şeklinde...

İşte bundan sonraki bir kısım iddialar ise Türk basını tarafından hiç dikkate alınmadı.

İSLAMCI BASINDAN BİLGİ ALIYOR


Herkesin Aklındaki Soru: Bilal Erdoğan da gözaltına alınacak mı?

Der Spiegel’in yer verdiği ABD belgelerinden devam edelim;

- Amerika, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a güvenmiyor. Muhalefet ise tam bir komedi..

- Erdoğan'ın dünyaya bakış açısı, hiç bir zaman gerçekçi olmamıştır. (Mayis 2005)

- Erdoğan, Tanrı’nın (Allah’ın) Türkiye’yi yönetmesi için kendisini seçtiğine inanıyor ve kendisini Anadolu'nun "Volkstribun"u (Almanlar'ın Roma İmparatoru Sezar'ı tanımlamak için kullandıkları tabir) olarak görüyor.

- NATO’daki en büyük ikinci askeri güç olan Türkiye’nin başbakanı Erdoğan, çeşitli bilgileri genel olarak islamcı gazetelerden alıyor ve ve kendi bakanlıklarının yaptığı araştırmalara bile gereken ilgiyi göstermiyor.

- Bu nedenlerden dolayı, istihbarat ve ordu artık bazı bilgileri kendisine iletmekten vazgeçmiş durumda.

- Kimseye pek güveni olmayan biri ve etrafında sözünden çıkmayan dar çemberden oluşmuş bir danışman grubu bulunduruyor

- Her ne kadar atıp tutuyor ve gürlüyorsa da gücünü kaybetmekten korkuyor

- Erdoğan’ı iyi tanıyan biri Amerikalılar’a onu şöyle özetliyor: "Tayyip Allah'a inaniyor, ama Allah'a güvenmiyor…“

PETROL İŞİNDEN PAY ALIYOR…

- 2004'ten beri yapılan çeşitli açıklamalar göre, ülkede her alanda yolsuzluklar var ve hatta Erdoğan’ın ailesi içinde bile. Söylentiler arasında, hükümetin önemli danışmanlarından birinin bir gazeteciye aktardığı,„Erdoğan petrol işlerini özelleştirirken kendine de pay ayırıyor“ sözleri de var. ABD belgeleri arasında, Enerji Bakanlığı içinden sızdığı belirtilen belgelere göre, Erdoğan’ın İran’a baskı yaparak doğalgaz boru hattı projesine okul arkadaşının bir şirketini de ortak ettirdiği yönünde. Bu şirketin liman inşaatları yaptığı, enerji dalında bir tecrübesi olmadığı biliniyor.

Der Spiegel’in bazı belgelerle ilgili açıklamaları Türk basınında da yer aldı. Erdoğan’ın İsviçre’de 8 ayrı özel hesabının bulunması, çocuklarının eğitiminin bir işadamı tarafından üstlenilmesi ve servetini düğün takıları ile açıklamaya çalışması gibi…



TRABZONSPOR’A MİLYONLARCA DOLAR

Biz, görülmek istenmeyenlerle devam edelim. Yine Der Spiegel’den gidiyoruz:

- Erdoğan’ın tabana mesaj vermede haraket etmeyi çok iyi bildiği belirtiliyor. Bir büyükelçilik görevlisi, buna örnek olarak Bakan Faruk Nafiz Özak ile ilgili bir olayı anlatıyor. Bu belgeye göre Başbakan Erdoğan, 2004 yılı belediye seçimlerinde Trabzon Belediyesi'ni kaptırınca, Özak’ı hemen Trabzonspor'un başına getirdi. Erdoğan daha sonra "gizli devlet kasasın“dan bir kaç milyon doları, yeni oyuncu alımı için Özak’a aktardı. Bu yolda elde edilen başarıyla Özak, belediye seçimleri için avantaj sağlamaya çalıştı.

- Bir ABD belgesi, "Erdoğan, AKP'yi ‚Erdoğan-Partisi’ne’ çevirdi“yorumunu getiriyor. Dönemin ABD Büyükelçisi Eric Edelmann 2004'te, hükümette gerçek bilgi sahibi olan çok az kişi olduğunu, bazı AKP'lilerin göreviyle büyüyüp geliştiklerini, diğerlerinin ise beceriksiz ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini veya bağlı oldukları cemaatlerin amaçlarına hizmet ettiklerini tutanaklara geçirdi.

ÇUBUKÇU, NEDEN EŞİNDEN SÖZ ETMEZ

Der Spiegel’in haberinde, Erdoğan’ın seçtiği çalışanların kalitesizliği vurgulanırken, Bakan Nimet Çubukçu’nun Emine Hanım’ın yakını olduğu için bu görevde olduğu ve her ne hikmetse hep oğlundan bahsedip eşinden hiç bahsetmediği vurgulanıyor.

Bir bakanın, uyuşturucu işine bulaştığı iddiaları ve küçük kızlara düşkünlüğü vurgulanırken, Erdoğan’ın hükümet olmadan önceki,"Demokrasi, bizi ulaşmak istediğimiz noktaya götürecek bir trendir“sözünün ABD belgelerine girdiği belirtiliyor.

Haberde, ABD belgelerinde yer alan Gül- Erdoğan çekişmesine vurgu yapıldıktan sonra, Gül için şu tanımlamanın bir belgede yer aldığı bildiriliyor: "Erdoğan’ın aksine Gül, İngilizce biliyor ve daha demokrat görünüyor. Ancak bu yanıltıcıdır. Gül, Erdoğan’dan daha ideolog biri ve daha batı karşıtıdır.“

ABD belgelerine göre Erdoğan, Gül’ün Çankaya’ya çıkmasını engellemek için uğraşmış ancak bunda başarılı olamamış. Haber, Türk medyasında yer alan Davutoğlu ile ilgili, "Ankara dışı siyasetle ilgili bilgisi çok az. Bu uyumsuzluk yaratıyor. İslami düşünceleri özellikle tehlikeli“yorumlarıyla devam ediyor.

NEFRETİ (Hass) DİNSEL NEDENLERDEN

İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy’nin, Ekim 2009’da söylediği belirtilen "Başbakan Erdoğan bir fundamentalist. Dinsel nedenlerden dolayı bizden nefret ediyor“ sözlerinin yer aldığı belgenin de ABD yazışmalarında yer aldığı belirtiliyor.

Amerikalılar, Erdoğan’ın Türkiye’yi her geçen gün batıdan uzaklaştırdığını gözlemlerken, Erdoğan’ın kurduğu sistemin bir NATO ülkesi olan Türkiye’yi gerçekten stabil bir şekilde tutup tutamayacağının bilinmediği vurgulanıyor. Haber, Ankara Büyekelçisi James Jeffrey’in, bu yılın şubat ayında yazdığı bir raporla bitiriliyor:

"Burada her gün her şey değişiyor. Kimse, bütün bir coğrafyada dengenin ne yanda olacağını tahmin edemiyor. Dikkatinize sunarım...”

Dergi, tüm bu iddiaların Türk hükümetine sorulduğunu ve bir cevap alınamadığını da özellikle vurguluyor.

Biz de, tümünü Türk halkının bilgisine sunuyoruz.

Ali Gülen | Odatv.com

-

Sunday, December 22, 2013

Turkish journalists caught in cross fire of AKP-Gulen conflict

Amberin Zaman  - POSTED  December 18, 2013
  
It's every investigative reporter's dream come true: A corruption scandal involving the sons of key cabinet ministers, the gold-smuggling Iranian husband of a Turkish pop diva and cowboy contractors bribing and bulldozing their way to incalculable wealth. But don’t expect much honest reporting on what is poised to be the greatest challenge yet to Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdogan after a decade of uninterrupted rule. You may not get it. This is because honest reporting in Turkey, as I myself found out after being fired by a pro-government daily newspaper in April, can leave you without a job. Worse, it can land you in jail. As the Committee to Protect Journalists (CPJ) put it in a new report, with 40 journalists behind bars, Turkey in 2013 is the “world’s top press jailer once more,” a title that neither China nor Iran have been able to wrest away.

The media has never been free in Turkey. When the generals ran the show, covering radioactive subjects such as their brutal oppression of the Kurds was a risky enterprise. Dozens of Kurdish journalists who ignored the risks were murdered by unknown assailants, their newspaper headquarters firebombed. 

Media bosses with other business interests readily kowtowed to the brass hats.

Their loyalty ensured through six-figure salaries, prominent columnists became foot soldiers, happily slandering colleagues deemed to be “enemies of the state.”

Journalists no longer get bumped off and the generals have been defanged. Yet, little else has changed. I found out, for instance, last year thanks to a leaked government document that I and several other colleagues, including fellow Al-Monitor contributor Yasemin Congar, had been illegally wiretapped for more than a year starting in 2008 (and probably still are) by Turkey’s national spy agency MIT on the outlandish claim that we were somehow connected to “Kurdish terrorists.” To add insult to injury, MIT assigned us fictitious names — mine was “Demi,” yes, I repeat, “Demi” — to secure prosecutors’ approval to spy on us. It is widely assumed that most prominent journalists’ phones are tapped and that they may even be secretly filmed. A common joke among my female colleagues is that they hope the videotapes “don’t show our cellulite." I might have laughed the MIT affair off if it were not for the fact that most of my colleagues in prison are Kurds accused of being connected to “terrorists,” and that as part of my job I have interviewed rebels of the Kurdistan Workers Party (PKK), which is an officially designated terrorist group. In the words of the CPJ, “Authorities are holding dozens of Kurdish journalists on terror-related charges and others for allegedly participating in anti-government plots. Broadly worded anti-terror and penal code statutes allow Turkish authorities to conflate the coverage of banned groups with membership.”

Colleagues who decided to press legal charges against MIT have hit a wall. Erdogan, who has ultimate authority over the agency, refused their demands to investigate the officials who were spying on them. MIT, meanwhile, defended its actions on the grounds that “like all secret services in the world, MIT has fulfilled its prescribed role … and did not commit any unlawful act.”

Pressure on journalists has escalated since the mass anti-government protests in June. Scores were beaten and some sexually harassed by police. And at least 72 others lost their jobs over their perceived sympathy for the protesters. As one of my former editors put it, “A phone call from the prime minister’s office and you’re history.” Self-censorship is the sole means of survival for many of my colleagues.

The corruption probe is set to make our lives even harder. It's widely seen as part of the power struggle between Erdogan and Turkey’s most influential Sunni Muslim cleric, Fethullah Gulen. A long-running accusation leveled against Gulen’s followers is that they have penetrated the bureaucracy, the judiciary and the police force and used their positions to amass evidence against their enemies. Until recently, their main targets were alleged coup plotters in the army, and Gulen and Erdogan collaborated against them. But now there is an open war between the two leaders, and journalists are caught in the middle. Erdogan has made no secret of his belief that the detentions are part of some plot orchestrated by his foreign enemies (read the United States and Israel) and carried out by pro-Gulenist prosecutors and security officials. Journalists who challenge this view are sure to invite Erdogan’s wrath. And those who share it may well find themselves becoming the target of the Gulenists, according to Ahmet Sik, the Turkish journalist who was jailed in 2011 on thinly supported terrorism conspiracy charges after writing a book criticizing the Gulenists. The movement commands a string of media outlets, including Turkey’s largest-selling newspaper Zaman and Bugun TV. Sik, who shouted the now famous words, “Those who touch them [the Gulenists] burn!” as he was being arrested, told Al-Monitor that “the same holds true today.”

The row may have claimed its first victim on Dec. 18 when the daily Sabah fired veteran columnist Nazli Ilicak. Turkish media reports have suggested that the columnist was let go for her spirited support of the Gulenists on a popular current affairs program on CNNTurk, the night before her dismissal. Ilicak confirmed that she had been fired on Twitter, saying, “instead of forfeiting my character I forfeited my job.”

Amberin Zaman is an Istanbul-based writer who has covered Turkey for The Washington Post, The Los Angeles Times, The Daily Telegraph and the Voice of America. A frequent commentator on Turkish television, she is currently Turkey correspondent for The Economist, a position she has retained since 1999. On Twitter: @amberinzaman


Friday, December 20, 2013

1978 Maras katliamınin 35. Yildonumu

21 Aralik 2013 

1978'de 19-26 Aralık günleri arasında yaşanan olaylarda yuzlerce kişi hunharca öldürüldü. Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın işyeri tahrip edildi.

Alevi evleri işaretlendi
Olaylar başlamadan günler öncesinde Alevi vatandaşlara ait ev işyerlerine nüfus sayımı yaptıklarını söyleyen bazı kişilerce işaretler konuldu. Olaylar başlayınca saldırganların elebaşları, "Üzerinde işaretli evleri yakın, yıkın, diğerlerine dokunmayın" diyecekti.





















(Fotograflarin devami altta)

Savcılığa göre, katliama karışanların sayısı 1350 kişiydi. Bunların 752'si ilk etapta tutuklandı. Davalar 23 yıl sürdü. 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza aldı. 1991'de çıkan TMK ile ceza alanların bir kısmının yattığı yıllara sayılarak ertelendi, diğerleri serbest kaldı. Katliamda birinci dereceden rol aldığı belirtilen 68 kişiye ise hiç ulaşılamadı.
Katliamın üzerinden tam 33 yıl geçerken Radikal gazetesi olayla ilgili ilk kez yayınlanan çarpıcı fotoğrafları yayınladı.
DEVLET KATLİAMI SEYRETTİ
Meçhul 26 piyangocu, CIA şefi, gizlenen silahlar... 33 yıl geçti ama eldeki o kadar delile rağmen katliamın sorumluları hâlâ bulunamadı!
Maraş'ta 33 yıl önce 1978'de yaşanan vahşet olaylarını anlamak için aylar öncesinde Türkiye'de başlayan toplumsal çalkantılara bakmak gerekiyor. 1978'in son altı ayında özellikle Alevi ve Sünni vatandaşların yoğun olarak yaşadığı yerlerde bombalı ve silahlı saldıralar, Maraş'ta yaşanacak katliamın hazırlayıcısı, hatta provası niteliğindeydi. Farklı illerde çoğu ölümle neticelenen eylemler Maraş'ta bir 'iç savaşa' dönüştü. Öncesinde Malatya, Sivas, Erzincan ve Elazığ'da atılan nifak tohumları, en şiddetli Maraş'ta yeşerdi...

PAMUĞUN DEĞER KAZANMASI VE ALEVİLERİN ZENGİNLEŞEREK MARAŞ'A YERLEŞMESİ

Maraş'taki vahşetin bu denli büyük boyutta olmasında kentte son yıllarda yaşanan değişimin de payı var. Pazarcık Ovası'nda pamuğun değer kazanması, tarımla geçinen Alevilerin zenginleşerek Maraş merkezine yerleşmesi, zengin Sünnileri tedirgin ediyordu. Alevilerin sosyal yaşamda aktif yer alması daha önce sağ kesime ait olan 'statü'ye ortak olmaları, hatta zenginlikte onları geçmeleri büyük rahatsızlıklara yol açıyordu. Bu rahatsızlıklar zaman zaman "Maraş sağcıdır, burada sol barınamaz" şeklinde dışa vurdu. O günlerin meşhur diğer bir sloganı da "Maraş'tan ses gelmiyor"du.

BEKLENEN SES GELDİ

Maraş'tan beklenen ses nihayet gelmişti! 19 Aralık 1978'de ülkücülerin gözde filmi, Cüneyt Arkın'ın başrol oynadığı "Güneş Ne Zaman Doğacak"ın gösterildiği Çiçek Sineması'na ses bombası atıldı. Sinemanın 'komünistler tarafından bombalandığı' iddia edildi. Zaten şehirde Alevilerin Sünnilere saldıracağı, camileri bombalayacağı günlerdir konuşuluyordu.
19-26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta meydana gelen Maraş katliamı, Alevi ve Sünni vatandaşlar arasında yaşansa da aslında 'derin devlet'in Türkiye'deki en büyük organize eylemi olarak tarihe geçti. Kontrgerillanın organize ettiği, ülkücü grupların başı çektiği saldırı sonucu resmi rakamlara göre 111, olayın şahitlerine göre ise 150 kişi yanarak, kesilerek ve kurşunlanarak öldürüldü.

'EMRİ ANKARA'DAN ALIRIM'

Olayların başladığı ilk günden ayın 26'sına kadar hem polis hem de asker kentte yaşanan katliam karşısında aciz kaldı. Hem olaylara müdahale edecek yeterli güçleri yoktu hem de niyetleri! Olayın ikinci günü kente gelen ve eylemcilere müdahale edilmesini isteyen İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'ya 2. Ordu Komutanı İbrahim Şenocak, "Paşam, sizi severim ve sayarım ama emirleri Ankara'dan alırım" diyecekti.
Davalar 23 yıl sürdü. 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında hapis cezaları ile cezalandırıldı. Daha sonra bu cezalar Yargıtay tarafından bozuldu. 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu ile ceza alanların bir kısmının cezaları yattığı yıllara sayılarak ertelendi, diğerleri de serbest kaldı.
Güneş 19 Aralık'ta karanlık doğdu...
Olayların kıvılcımı 19 Aralık'ta çakıldı. Cüneyt Arkın'ın oynadığı 'Güneş Ne Zaman Doğacak' adlı filmin Çiçek Sineması'nda gösterimi sırasında sinemaya ses bombası atıldı. Ses bombasını bir iddiaya göre ülkücü Ökkeş Şendiler, diğer bir iddiaya göre de sol görüşlü Salman Ilıksu attı. 20 Aralık'ta Yeni Mahalle'de bir Alevi vatandaşa ait kahvehane bombalandı. Bir gün sonra sol görüşlü iki öğretmen Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. Öğretmenlerin cenazesi olayların bir katliama dönüşmesine yol açtı. "Aleviler, yarın Sünnilere saldıracak" yaygarası üzerine Ulu Cami etrafında toplanan ülkücü grup polis barikatını aşıp Alevilere saldırdı. Akşam saatlerinde Maraş'ta üç Sünni gencin öldürülmesi üzerine tarihin en acı olaylarından birisinin fitili ateşlendi.
Alevi evleri işaretlendi
Olaylar başlamadan günler öncesinde Alevi vatandaşlara ait ev işyerlerine nüfus sayımı yaptıklarını söyleyen bazı kişilerce işaretler konuldu. Olaylar başlayınca saldırganların elebaşları, "Üzerinde işaretli evleri yakın, yıkın, diğerlerine dokunmayın" diyecekti.
O Milli Piyangocular kim?
Olaylardan önce Milli Piyangocu kıyafeti giymiş 26 kişi kente geldi. Otel kayıtlarında bu kişiler piyangocu olarak kaydedilmişti. Kayıtlar 1979'da Milli Piyango İdaresi'ne soruldu. İdare bu kişilerin kendi çalışanları olmadığını bildirdi.
Maraş'ta bir CIA şefi...
Katliamla ilgili en ilginç detayı olaylar başlamadan önce ABD Büyükelçiliği 1. Kâtibi Alexander Peck'in Maraş'ta bulunmasıydı. Peck'in adını vermese de dönemin Maraş Emniyet Müdürü Kazım Ulusoy da bazı ABD'lilerin Maraş olaylarından önce kente geldiklerini, otelde konakladıklarını doğruluyor. Maraş'tan sonra aynı şahıs Çorum, Tokat ve Amasya'da da görüldü.
'Mağara cephane dolu'
Türkeş, 22 Nisan'da Köşk'e telgraf çekerek "Halk infial halindedir" dedi. İçişleri Bakanlığı'na 26 Aralık'ta 'CHP'liler' imzasıyla gönderilen bir mektupta da Nurhak'ta bir mağarada cephane ve silah olduğu bildirildi.
====
Maras Katliaminin Hic Yayinlanmamis Videosu:



Maraş katliamın kanlı detayları şoke etti!

Maraş olaylarından sonra İçişleri Bakanı olarak göreve getirilen Hasan Fehmi Güneş Söz Sende'de Balçiçek İlter'in sorularını yanıtladı. Hasan Fehmi Güneş, katliam anlarını canlı yayında anlattı. Hasan Güneş katliam için "faşist bir plan" ifadelerini kullanarak tüyler ürperten katliamın detaylarını canlı yayında paylaştı.
KAYNAR SUYA ÇOCUK ATILDI
.
Hasan Fehmi Güneş, katliamın tüyler ürperten anlarını anlatırken, katliam esnasında kaynar suya atılarak öldürülen bir çocuk bile olduğunu kaydederek "Yörükselim Mahallesi’nde canilerin elinde kurtulan 10 yaşındaki bir çocuk kaçarak komşularına sığınıyor ancak onca yıllık komşuları onu evine almıyor. Yine bir kişiyi ağaca çivileyip ateş ederek öldürüyorlar. En vahşi olaylardan birisi de kocaman bir kazanda kaynar suya atılarak öldürülen çocuk cesedi bulduk" dedi.  
Maraş, katliamının göz göre göre geldiğini ifade eden Günşe "Katliamın önüne geçilemedi, çünkü istihbarat bize bunlarla ilgili bilgi vermiyordu. Olaylar başladı, Vali'ye istihbarat verilmedi, askeri çağırmakta da geç kalındı. Gelen asker de yeterli değildi. Ben istihbarat örgütünün oradaki cinayetlere, oradaki katliama katkı yaptığını düşünüyorum. Engel olmayı bırakın, MİT bizzat katkı yaptı." dedi.
Kaynak | http://www.beyazgazete.com/haber/2011/12/20/maras-katliamin-kanli-detaylari-soke-etti-756574.html










..

Suçu solculara atmak için ülkücülere bomba atmış! Ökkeş Kenger’in el yazısı itirafları TBMM’ye ulaştırıldı...
21 Aralik 2013

Kahramanmaraş olayları raporu, İçişleri Bakanlığı tarafından TBMM’ye ulaştırıldı. Raporda, soyadını olaylardan sonra “Şendiller” olarak değiştiren Ökkeş Kenger’in, “Solcuların üzerine kalması için” ülkücülere dinamit attıkları ve 10 kişiyi yaraladıklarını itiraf eden el yazısıyla verdiği ifade de yer aldı.

Vatan’dan Deniz Güçer’in haberine göre, İçişleri Bakanlığı tarafından TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderilen ve 111 kişinin hayatını kaybettiği, “Kahramanmaraş olayları” raporunda yer alan dikkat çekici ifadeler şöyle:


-16 Aralık 1978 tarihinde özel olarak getirilen ve şehirde faaliyet gösteren Çiçek Sineması sahibine yapılan baskı sonucunda gündeme alınan sağ görüşü destekleyici, “Güneş ne zaman doğacak” filminin oynatılması, denetlenmesi, sinemanın korunması ve elde edilen gelirin kontrolü ile ilgili organizatörlüğün Ülkü Ocakları Derneği üyesi Ökkeş Kenger ve onun yönettiği kişiler tarafından yapıldığı, 19 Aralık 1978’de filmin gösterildiği sırada bir bombanın patlaması neticesinde 10 kişinin hafif şekilde yaralandığı, sinemadan çıkan bir grubun, başta CHP binası olmak üzere çevrede taş ve sopalarla tahribe başladığı...

“CAMİİ TUVALETİNDE ALDIM”

- Kahramanmaraş ÜGD üyesi ve çaycısı Ökkeş Kenger’in 14 Ocak 1979’da kendi el yazısı ile kaleme aldığı ifadesinde özetle; ‘Dernek 2. Başkanı Mustafa Kanlıdere’nin kendisine ve Mustafa Tecirli isimli şahsa, film oynatıldığı sürede tahrip gücü az bir dinamitin solcuların attığı süsü verilerek patlatmalarını söylediğini, böylece halkı kışkırtıp, tahrik ederek, isyan ettireceklerini söylediğini, Kanlıdere’nin kendisine sinemaya atılacak dinamitleri saat 15.00’da Şekerli Cami’nden gelip almasını söylediği, belirlenen saatte gidip tuvalette kağıt torba içerisinde beze sarılmış vaziyette dinamitleri aldığı... Çiçek Sineması’nın tuvaletinde dinamitleri Yunus İlhan’a verdiğini, film sırasında dinamitleri patlatmasını söylediğini, saat 20.45 sıralarında filme ara verildiğinde patlama olduğunu, kendisinin de Mustafa Tecirli ile birlikte balkonda bulunduğunu, patlamadan sonra solcular tarafından atıldığı süsü verdirmek için ‘Kanımız aksa da zafer İslamın, Kahrolsun Komünistler’ gibi sloganlar atıldığını, halkı tahrik etme görevinin Mustafa Ekinci’ye verildiğini, 50 cm uzunluğundaki sopaların sinemada bulunan grup tarafından alındığı, Cumartesi ve Pazar günleri ilde büyük olayların yaşandığını, birçok insanın hayatını kaybettiğini olayların bu insanların tahriki neticesinde çıktığını, olaylardan derneğin ve dernek başkanının haberi olduğunu ve bu insanların tertiplediği...

- Ökkeş Kenger’in ETKO (Esir Türkler Kurtuluş Ordusu) olaylarıyla ilgili olarak yakalanan İsmet Çalışır’ın ifadesinde ‘Teşkilata patlayıcı madde temin eden kişi’ olarak geçtiği, patlamadan önce Ankara ÜGD’de 294351 numaralı telefonla konuştuğu, Kenger’in patlamayı bekliyormuş gibi salondan çıkan şahısları toplayarak onlara öncülük ettiği... Kenger’in patlama dahil ilde süregelen olaylar için Ankara ÜGD Genel Merkezi’nden talimat almış olabileceği hususları belirtildi.

TOPYEKÜN İMHA

Raporda, Alevi mahallerine yapılan saldırılarla ilgili kan donduran polis ifadeleri de dikkat çekiyor:

- 23 Aralık 1978... Alevi vatandaşlarımızın oturmakta olduğu Yörükselim Mahallesi’ne saldırıların yoğunlaştığının ve bu mahalle sakinlerinin topyekün imha edileceklerinin görülmesi üzerine mahalle sakinlerini askeri birliklerce askeri bölgede güvenlik altına alındığı...

VALİ’NİN İLGİNÇ YAZISI

Siyasi ihtiras uğruna...

Raporda, dönemin Valisi Tahsin Soylu tarafından İçişleri Bakanlığı’na gönderilen ve olayları değerlendiren bir yazıda da gerekçeyle ilgili şu değerlendirmelere yer veriliyor:

“Maraş halkının takriben yüzde 10’u Alevi vatandaşlardan oluşmaktadır. Ülkemizde yıllardan beri gerek maddi gerekse siyasi ihtirasları uğruna Alevi vatandaşların Komünist, din düşmanı olduğunu yayan, bu yolda bütün yayın araçlarından yararlanarak Sunni halkı bu kesime düşman eden belli çevreler, ikinci MC hükümetinin bir önergeyle düşürülerek yerine günümüz hükümetinin kurulmasından bu yana bu bölücü ve demokrasi düşmanlığı olan kışkırtma ve tahriklerini had safhaya ulaştırmış bulunmaktadır. Hatta kaybettikleri makamlarını ve devlet olanaklarını demokratik yollardan geri almalarının olanaksız olduğunu gün geçtikçe daha belirgin bir şekilde gören ve yeni hükümetin bazı devletleştirme ve çok kazanandan çok vergi alma gibi tasarılardan tedirgin olan kapitalist iş sahiplerince de desteklenen AP ve MHP liderlerinin televizyon ekranlarından parlamentonun en büyük partisi olan CHP’yi komünistlikle suçlamak ve yandaşlarını hükümete ve destekleyen çevrelere karşı eylemlere çağıran demeçleri ilimiz halkını yaşadığımız bu dehşet verici katliama yönelten etkenlerin başında gelmektedir. Öte yandan yakalanan bazı yaşlı şahısların, ‘din elden gidiyor’, ‘vurun gavurlara’ diye bağırmaları, ‘Müslüman Türkiye, Şeriat devleti” gibi yazılar yazmaları olaylara irticai bir mahiyet de kazandırmaktadır.”

Kaynak | http://www.demokrathaber.net/guncel/sucu-solculara-atmak-icin-ulkuculere-bomba-atmis-h15112.html


=====

BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder Maraş Katliamı'nı yazdı

26.12.2011
Bugüne kadar Maraş Katliamı ile ilgili bir çok yazı kaleme alındı. Birbirinden trajik hikayeler, kabuk bağlayan yaraları kanatan görüntüler, fotoğraflar ortaya çıktı. Herkes acının büyüklüğünü resmederken 'laf üstadı' Sırrı Süreyya Önder, yaşananların arka planına ışık tuttu. Maraş Katliamı'nın sosyo-ekonomik tarafını da anlatan Önder, yaşananları en iyi anlatan yazılardan birisine imza attı.
İşte Sırrı Süreyya'nın Maraş Katliamı yazısı

MARAŞ BİBERİ

Denir ki Hz. İbrahim, devrin kralı Nemrut'un putlarını kırarak insanları Allah'ın varlığına inanmaya davet edince, iktidarı sarsılan Nemrut öfkelenir ve Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını emreder. Bu zaman zarfında evlerde ateş yakılmayacaktır, yasaklanmıştır. Bütün odunlar İbrahim'in ateşini harlamak üzere toplanır.

O günler, "Urfa dağlarında gezer bir ceylan" günleridir. Bir zalim avcı, avladığı ceylanı pişirmesi için karısına verdiğinde hiç odun kalmadığı cevabını alır. Avcı çare bulmasını istediğinde, kadın ceylanın yağsız bir parça etini önce bir taşın üzerinde döver. Sonra da kırmızı biber, bulgur ve tuzla yoğurur. Bu gün etsiz olarak her köşe başında fast-food versiyonunu gördüğünüz çiğköftenin ortaya çıkışı böyle olmuştur.

Urfa'nın çiğköftesine Maraş'ın biberini karıştırmak Urfalılar tarafından Sarkozy muamelesi görmenize yol açabilir. Onların 'isot'u varken Maraş'ın biberini duymaya tahammül edemezler. Üstelik haklıdırlar. Arayı şöyle bulabiliriz: Yine denir ki ilk tarım Maraş'ın Afşin ilçesinde yapılmıştır. Kentin kadim ismi Arabissos'tur ve Roma İmparatorluğu'nun, Gordianus (234-238) devrinde Urfa'dan göçen Arap aşiretleri tarafından iskân edilmiştir. [Irfan Shahîd, Byzantium and the Arabs in the Fifth Century, Dumbarton Oaks 1989]

MARAŞ'IN KÖY İSİMLERİ

Afşin, atalarımız Orta Asya'da at koştururken imparator Justinianus tarafından oluşturulan Üçüncü Armenia eyaletinin de yönetim merkezlerinden biridir. Hadi celadetli okurun kalbi kırılmasın "sözde" Armenia eyaleti diyelim. Milli tarih şuurumuza uygun davranmış olalım.

Halkımız beraber ve solo olarak Fransız parlamentosunu döverken araya gitmeyelim. Milli birlik ve beraberlik ruhuna en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, Meykir, Hunu, Norşun, Arıstıl, Maravuz gibi Maraş'ın köy isimlerinin etimolojik kökenini siz de sormayın, ben de söylemeyeyim.
Maraş'ın başta ticaret ve sanayi odası olmak üzere bütün "sivil" toplum örgütleri ezelden beri biberi Maraş iline tescil ettirme mücadelesi verirlermiş. Nihayet 2002 yılında başarmışlar. Artık Maraş Biberi Maraş iline tescilli. Sanayi ve Ticaret Odası kriterlere uyan bibercilere sertifika ve logo kullanım hakkı veriyor.

DELİ PARALAR DEVRİ

Maraş katliamını günlerdir her açıdan dinlediniz. Katliamın ekonomik-sınıfsal arka planına değinen pek olmadı. 70'li yıllar, tarımda destekleme politikalarının uygulandığı yıllardı. Misal Demirel, buğday ya da pamuğa 10 lira taban fiyat verirdi, Ecevit bunu 15 liraya çıkaracağını ilan ederdi. Demirel, 20'den aşağısının yetmeyeceğini, mazotun litresi ile buğdayın kilosunu karşılaştırarak anlatırdı.

İşte tarım üreticisinin eline "deli" paralar geçmesi biraz bu yüzdendi. Anadolu'da Alevi nüfus, tarih hafızasından dolayı kuş uçmaz kervan geçmez, Yavuz uğramaz yerlere yerleşmiştir. Gezin Anadolu'yu, genellikle Alevi dağda Sünni ovada yerleşiktir. Maraş bunun istisna olduğu birkaç yerden birisidir. Alevi nüfus, ağırlıklı olarak bereketli ovalarda yaşar.

Tarım destekleme politikası ile zenginleşen Maraş ve civarındaki Aleviler Maraş merkeze göçerek "yüzük taşı" misali yerlere talip olmuşlar ve almışlardı. Kent içi ekonomik etkinlik Alevilere geçmiş, Sünni halkın elindeki para da dönemin enflasyonist karakteri gereği süratle pul olmuştu.

ABD görevlisi Alexander Peck de katliam öncesi kenti gezerken şu tezi işlemiştir:"Yakında Aleviler size yiyecek ekmek bile vermeyecekler!"

Dönemin sağcı işadamlarının ve parti başkanlarının yaptıkları toplantılarda neler konuşulduğunu anlatacak bir vicdan ortaya çıkarsa bu bilgiler kapı arkası fısıltılar olmaktan çıkıp aleniyet kazanacaktır.
Aleviler kent içinde görünür ve etkin olunca sosyal hayata da dahil olmuşlardı. Mesela içkili lokantalara aileleri ile birlikte gitmeye başlamışlardı. Eh bu kadar bileşen bir araya gelince geriye bir tek şey kalıyordu; birinin çıkıp "kalkın ey
ehl-i İslam, din elden gidiyor!" diye bağırması... Bu işlevi, sosyalist sistemde "Allahsızlığı yayma kürsüsü" olduğunu savlayan ve kadınların bütün parti üyeleri ile sevişip gayriresmi evlilikten çocuk doğurmaları halinde daha fazla ikramiye alacaklarını müjdeleyen "Güneş ne zaman doğacak" gibi "muhteşem" bir film de görebilirdi pekâlâ.

ECEVİT'İN DİRENCİNİN KIRILMASI İÇİN KATLİAM ŞARTTI

Katliam, ABD'nin o günkü nizamat politikasını ancak askeri diktatörlükler eliyle uygulatabilmesi gerçeğine giden yolda Ecevit'in gösterdiği direncin kırılması ve ülkede sıkıyönetim-darbe döngüsünü hazırlaması için şarttı.

Bu plan "gümüş ya da altın hilal" olarak adlandırılan bütün kentlerde değişik versiyonlarla uygulamaya konuldu. Maraş, Sivas, Çorum ve Malatya'da tuttu. Maraş bunların içerisinde en vahşi Kontr-gerilla operasyonlarından birisidir.

Dünya tarihinde, hangi figür damgasını vurursa vursun, bütün katliamların, soykırımların arkasında, mutlaka bir "servet transferi" olgusu vardır. Dolayısıyla işin içinde bir "tapu davası" araştırmayan bütün bakışlar eksik kalmaya mahkûmdur. Bu ülkede bir tarihçi, işgal ve kurtuluş savaşı arasında geçen sürenin uzunluğunu ve ne hikmetse tehcirden dönen Ermenilerin gelmesiyle hızlanan, neredeyse patlayan kurtuluş hikayelerimizi bir de bu gözle anlatsa da dinlesek...

Maraş'ın filmini çekmek için binlerce sayfa belge, bilgi, tanıklık okudum, dinledim.
Beni en çok etkileyenlerden birini paylaşmak isterim.

KOMŞULAR, BİZ ŞİMDİ PERDELERİ KAPATACAĞIZ

Serin ailesi, katliam sırasında Maraş tren garından güçlükle bulunan bir trenle şehir dışındaki Alevi köylerine gidip canlarını kurtarır. Katliam sonrası evlerine döndüklerinde bütün eşyalarının yağmalandığını görürler. Sünni bir komşuları, yağmalamayı, komşuların yaptığını fısıldar.
Serin ailesinin annesi sokağın ortasına çıkar ve onlarla bugüne kadar sürdürdükleri komşuluğu anlatarak şöyle seslenir.

"Komşular! Biz şimdi bütün aile evimize girip perdelerimizi kapatacağız. Bizden yağmaladığınız eşyalarımızı bahçemize bırakın."

Sabah evin avlusu yağmalanmış mallarla doludur. Aile kendilerine ait olanları alır. Bir traktöre yükler. Kenti terk edeceklerdir. Bırakılan eşyalarda kendilerine ait olmayanlar da vardır. Aile o eşyaları sokağa çıkarıp üzerine şöyle bir not bırakır.

"Bu eşyalar yağmaladığınız diğer ailelere aittir. İmanınız ve vicdanınız varsa bunları da gerçek sahiplerine verin."

Ve doğdukları yerden, bizzat komşuları tarafından öldürülmeyecekleri, talana uğramayacakları bir başka diyara doğru giderler. Geride bıraktıkları evlerini yok pahasına sattıklarını da bir çocuk bile tahmin edebilir.
Kahramanmaraş Sanayi ve Ticaret Odası geçen muharrem ayında bir kardeşlik iftarı verdi. Şu linkteki videoda (http://www.kmtso.org.tr/video_galeri.php?menuID=108)TRT iftarı naklen veriyor. Muharrem orucunun böyle bir iftar açma geleneği olmadığı saçmalığını bir yana bırakarak spikere kulak verebiliriz.

BİLİN Kİ DIŞ MİHRAKLARDIR

Spiker bütün erkâna aynı gayretkeşlikle şu tespiti yapıyor:
"Bütün Maraş burada.. Eğer Maraş'la ilgili bundan sonra olumsuz bir haber kamuya yansırsa, bilinsin ki bu dış mihrakların işidir öyle değil mi?"

Bu saçma tespite oda başkanı dahil olmak üzere herkes katılıyor. Spiker aynı tespiti Alevi Federasyonu Başkanı Selahattin Özen'e de yaptığında "gurk" ettirten bir cevap alıyor. Özen: "İç mihrak, dış mihrak her neyse bunlardan bir kez bile Aleviler galeyana gelmiyor. Sünnilerin buna engel olması lazım." Spikerin tespiti kendisiyle sınırlı değil. Aynı ilin valisi de anma törenlerini hukuksuz olarak engellemesini "geçmişi hatırlamak istemiyoruz" gerekçesiyle açıklıyor.

Ah birisi çıkıp unutmanın yolunun ancak yüzleşmekle mümkün olduğunu bunlara tane tane anlatsa...
Ah birisi, hem de Alevi olmayan bir kent sakini çıksa, bu kentte 36 saat içinde yarısından fazlası 13 yaşın altında yüzlerce insan öldürüldü. Gelin toplu olarak gidenlere bir dua, yapanlara bir ah edelim diye haykırsa.
Ticaret Odası, Maraş'ın biberine gösterdiği vefanın birazını da karnında bebeği ile öldürüldükten sonra eti bir çiğköfte misali ezilen gelini, iftarla değil, mahcup ve sessiz bir yasla hatırlamak ve unutturmamak gerektiğini kavrasa. O vali ve benzerleri bir yas evine müstahdem yapılsa.

Odanın iftarında sofraya bıçak konulmamış. Muharrem orucunu açarken zorunlu bir ritüeldir bu. Su da konulmaz. Sebebi Kerbela masumlarının bedenlerine Muaviye zihniyetinin açtığı yaraları hatırlamaktır. Sofraya konulmayan bıçak 33 yıldır Alevilerin böğründe saplı durmaktadır. 33 yıldır bu yaradan kan akıp durmaktadır. "Hatırlamak istemiyoruz" zevzekliği bu hançeri kanırtıp durmaktadır.

Utanmak yalnız kendi yaptıklarımızla ilgili bir eylem değildir. Bazen yapmadıklarımız da utandırır bizi.
Bütün Maraş bu hançerden utanmadıkça, bu yara şifa bulmayacaktır.